Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri

KİTAPLAR

ORTODOKS DOKTRİNLERİ

 
Içindekiler // sonraki konu   

Rahip I. A. Antonopoulos´un HALK ILMIHALI kitabéndan aléntélar

BÖLÜM É. «Kilisenin Dışında Kurtuluş Yoktur»

BÖLÜM É

«Kilisenin Dışında Kurtuluş Yoktur»


1. Kilise Nedir?

KİLİSE kelimesini birçok defa duyuyoruz ve kullanıyoruz. Birçok kişi bu kelimeyi duyduğu zaman aklına kilise binalarını getirir. Bazı kişiler de ruhanileri ve rahipleri düşünürler. Ama bu anlamlar bize Kilisenin tabiatını ve özünü vermezler.

Kilise sözünü ederken, şimdiden belirtelim ki, imanımızın sakramentlerinden birini kastediyoruz. Altén Ağézlé Õuhanna'ya göre, «dünyanın herbir yanındaki müminlerin—hem şimdikilerin, hem geçmişte yaşamış olanların, hem de şimdiden sonra dünyaya gelecek olanların» İsa ile nasıl bir bütün teşkil ettikleri, bir kutsal sakramenttir (sırdır). Herbir sakrament kendiliğinden «anlaşılamaz» ve «ifade edilemez» olduğu için, bu sakramenti anlayabilmemiz için, Tanrı’dan ışık alan Havariler ve Kilise Pederleri hayattan birtakım imajlar alıp kullanmışlardır. Söyle ki, bu «büyük sakrament»in (yani Kilise denen sakramentin) esasını bize anlatabilsinler.

En başarılı imaj (temsil), Havari Pavlus tarafından kullanılmıştır. Pavlos, Mektuplarında yirmiden fazla satırda, belirgin ve kesin bir şekilde belirtir ki, Kilise bir vücuttur. İnsan vücuduna benzer: Başı ve organları vardır. Lâkin bu sakramenti biraz anlamamız için, bu tarifi biraz basitleştirelim. Pavlos, Kilisenin İsa ve müminlerden ibaret olduğunu yazar.

22 Her şeyi ayakları altına sererek O`na bağımlı kıldı. O`nu her şeyin üzerinde baş olmak üzere kiliseye verdi.

23 Kilise O`nun bedenidir, her yönden her şeyi dolduranın doluluğudur.

Daha ileride (Efesliler, 4:15-16), yukarıdakileri de belirterek şöyle yazar: 15 Tersine, sevgiyle gerçeğe uyarak bedenin başı olan Mesih`e doğru her yönden büyüyeceğiz.

16 O`nun önderliğinde bütün beden, her eklemin yardımıyla kenetlenip kaynaşmış olarak her üyesinin düzenli işleyişiyle büyüyüp sevgide gelişiyor.

«...gerçek iman ve sevgi ile, herşeyimizi İsa'ya teslim edelim, O ki başımızdır», çünkü «erkek kadının başı» olduğu gibi, «İsa Kilisenin başıdır». Niçin? Çünkü İsa Kilise vücudunun bir bireyi değil, başıdır. Yani Kilisenin yöneticisi ve kurtarıcısıdır.

Unutmayın ki, Tanré bize inayet etmiştir. Birer Hıristiyan olarak, İsa'nın vücudunun birer bireyiyiz.

 

2. Tek Vücut Olmak

Bir önceki kısımda, «Kilise» derken bir «vücudu» kastettiğimizi gördük. Bunun başı İsa, bireyleri ise asırlardan beri gelip geçmiş, bütün kuşaklara ait olan Hıristiyanlardır. Lâkin bir insan nasıl bu vücudun bir bireyi olur? İsa'nın vücudu olan Kilisenin nasıl bir parçası olur? Bunu dakik bir şekilde Havari Pavlus anlatmıştır. Lâkin bu gerçeği ilk öğreten Rab İsa'dır. Dirilişinden sonra ve Miracınden biraz önce, Havarilerine emir verirken yapmıştır. Dedi ki: «Bütün dünyaya gidiniz, İncilin şen mesajını bütün insanlara veriniz.» Ve ekledi: «Kim inanıp vaftiz olursa, o adam kurtulacaktır» (Mark 16:15-16). Yani Rab imanı ve vaftizi, Kiliseye mensub olup kurtulan biri için iki temel şart olarak tâyin etmiştir. Bunları biraz daha inceleyelim.

(1) İman: Rab kısaca imandan bahsederken, birçok insanın sandığı şeyi kastetmiyordu; yani müphem olarak üstün bir kuvvete veya ilâhî takdire veya rasgele bir öğretiye olan inancı kastetmiyordu. Kendisinin ve Allahtan ışık alan Havarilerinin öğretip emrettiği şeylere olan imanı kastediyordu. Bu iman hem bilgili hem cahil, bütün insanlar içindir. Bunu ilâhî Pederler ve Öğretmenler, İmanımızın Sembolü olan «İnanıyorum ki» metninde özlü olarak ifade etmişlerdir. Bütün imanımızın özü oradadır.

Özellikle, bir insanın, İsa'nın vücudu olan Kilise’nin bir bireyi olması için, İsa'nın «gerçek bir Tanré’dan gelen gerçek Tanré» ve insanların Kurtarıcısı olduğuna inanması lâzımdır. Onun için İman Sembolü yazılmadan önce, İncil mesajını dinleyenlere «Rab İsa`ya iman et » deniyordu (Elçilerin Işleri 16:31). Lâkin İsa'nın dediklerine binâen, Kilise bireyi olmak için vaftize de ihtiyaç vardır.

(2) Vaftiz: Vaftiz, müminlerin üç defa suya daldı­rılmalarıdır. Bu da Rabbin öğretisine dayanır. Havarilerine, her kim inanıyorsa, kendisini vaftiz etmelerini emretmiştir. Bu da, «Pederin, Oğlun ve Kutsal Ruhun adına» (Matta 28:19) olur. Vaftizle İsa'nın vücudunun (Kilisenin) birer parçası oluruz. Bunu hem Havari Pavlous'un yazdıklarında, hem de vaftizde okunan bir duada görürüz. Duada rahip Ôanré’ya yalvarır ki, vaftiz edilen insanı «Kilisenin kıymetli bir bireyi» ve de «ışığın evlâdı ve hükümdarlığının miras­çısı» kılsın. Yani vaftiz bir manevî işlemdir. Dünyanın her yerinde, bir çocuk doğduğu zaman, ana-babası onu nüfus dairesinde kaydettirip o ülkenin vatandaşı yaparlar. Yani o çocuk ülkesinin halkına katılır. Vaftizde de mütekabil işlem yapılır, ama bu başka türlü olur. Vaftiz olan şahıs Tanré’nın hükümdarlığının «Kitabında» esrarengiz bir şekilde kaydolur. Vaftizle «Kilisenin kıymetli bireyi» ve de Tanré’nın hükümdarlığının «oğlu ve mirasçısı» olur. Yani İsa nasıl «tabiat bakımından» Ôanré’ın Oğlu ise, vaftiz olan da, vaftiz olduğu andan beri «lütuf yoluyla» Ôanré’ın oğlu olur. O andan itibaren semadaki Pederin çocuğudur ve bütün hayatı boyunca Pedere bir çocuk gibi yönelip, «Ey göklerdeki Pederimiz....» duasını seslenebilir. Bu özel imti­yaza yalnız vaftiz olanlar, yani İsa'nın vücudu olan Kilisenin   bireyi   olanlar   sahiptirler.   Doğru   imanı olmayanlar ve vaftizsiz kalanlar buna sahip değildirler.

Bir gün Rab Havarilerini vaiz vermek ve hastaları ve cinli saralıları tedavi etmek için gönderdi. Havariler, Rabbin kendilerine verdiği lütuf ve güçle, bu işi başarıp sevinçle geri döndüler ve yaptıkları mucizeleri anlattılar. Rab onlara dedi ki: «Cinlerin size itaat ettiklerine o kadar sevinmeyin. Daha çok isimlerinizin gökte yazılmış olduğuna sevinin.» (Luka 10:20). İsa'nın vücudu olan Kilise ile bir vücut olmamız bize sonsuz bir sevinç vermelidir, çünkü bizim için bundan daha büyük takdis ve bereket yoktur. İsa'nın kutsal Vücudunun yani Kilisenin birer bireyiyiz.  Böylece Tanré’nın hükümdarlığında adımız yazılmıştır. Böylece HIRİSTİYAN oluyoruz ve bu adı alıp taşıyoruz. En BÜYÜK ADI almış oluyoruz. Bu önemsiz bir şey değildir. Rab’bimiz İsa Mesih’e minettar olup kendisine teşekkür edelim. 

 

3. Manevî Beslenme

İnsan vücuduna bir göz atalım. Ôanré’nın yarattığı şaşırtıcı ve esrarengiz bir vücuttur. İlim adamları bunu inceleyip, bunun hücre denilen ufacık parçalardan meydana geldiğini söylerler. Resmen ve bilimsel olarak yazdıklarına göre, insan vücudunu meydana getiren hücrelerin sayısı yüz trilyona varır. (Yani bin kere bin, bir milyon eder. Bin milyon, bir milyar eder. Bin milyar da bir trilyon eder.) Her insanın yüz trilyon hücresi vardır. Yani insan vücudu, yüz trilyon nüfuslu büyük bir ülkeye benzer. Bütün bu trilyon hücreler—ki herbiri ayrı birer mükemmel yapıdır—gruplara ayrılmıştır. Burada hayran olunacak şey, her grubun ayrı bir işlem yapmasıdır. Böylece, kalp hücreleri başka türlü, beyin hücreleri başka, karaciğer, kan, kemik, cilt ve diğer uzuvların hücreleri başka başka olup, yaptıkları işlemler farklıdır. Lâkin esrarengiz ve hayran olunacak bir şekilde, bütün bu hücreler birden (trilyonlarca hücre) insan vücudunda vukubulan karmaşık işlemleri yaparlar. Bu harikulade çalışma burada bitmez. Hücrelerin ömrünü ve çalışmasını daha derinden incelersek, şaşırıp kalırız. Çünkü bir veya daha fazla hücreyi vücuttan kesip atarsak veya ayırırsak, bunlar hemen ölür, çünkü vücutla olan ilgileri kesilir. Ancak birbiriyle bağlı oldukları zaman hayatta kalıp çalışırlar.

Ihından başka, beslenmeleri de bir mucizedir. Herbirini ayrı olarak beslemiyoruz. Bütün vücudu birden besliyoruz. Vücuda muhtelif besinler veriyoruz. Ama oluşan sonuç hayret vericidir! Bu besinler birtakım işlemlerden geçip şekil değiştirirler ve vücudun bütün hücrelerine hayat verirler. Bu harikulade işi yapan kimdir? Vücut beslenmesini durdurursak, hücreler ve dolayısı ile vücudumuz ölür.

Bunları, bundan takriben ikibin sene önce yaşayan ve mektuplarını yazan Havari Pavlus bilmiyordu. Ama Kutsal Ruh onu nurlandırdı. Pavlus böylece Kiliseyi insan vücuduna benzetir. Gerçekten ikisi birbirine benzer. Daha önce dediğimiz gibi, Kilise bir «Vücut»tur. Onun da hücreleri, bireyleri vardır. Bunlar Hıristiyanlardır. Sayıları ne kadardır, ne kadar olacaktır, bilinmez. Çünkü Kilisenin kuruluşundan kıyamet gününe kadar milyonlar ve milyonlarca kişi Kilisenin (İsa'nın vücudunun) bireyleri olmuş ve olacaktır. Bunların arasında ruhaniler, bilginler, iş erbabı, işçiler, çiftçiler, çobanlar, gemiciler v.s. vardır. Milyonlar ve milyonlarca kişi-erkek, kadın, çocuk... Kilise birçok gruplardan oluşur. Herbir bireyin ayrı bir şahsiyeti vardır; herbiri ayrı çalışır, ama aynı zamanda İsa'nın Vücudunu yani Kutsal Kiliseyi oluştururlar. Burada şuna dikkat etmek lâzımdır: Vücut hücrelerinin hayatta kalmaları için, vücudun geri kalan kısmına bağlı kalmaları gereklidir. Aynı şekilde, Kilise bireylerinin de daima Kili­senin başı İsa'ya bağlı kalmaları şarttır, çünkü Kiliseden kesilip ayrılırlarsa, onunla ilgilerini keserlerse, hemen ölürler. Vücut hücreleri nasıl ki hayatları için uygun ve gerekli gıdayı almalıdırlar, nasıl ki bu gıdaya ihtiyaçları

vardır ve nasıl ki bu gıda kendilerine harikulade ve esrarengiz bir şekilde varır, aynı şekilde, Kilise bireyleri uygun ve doğru beslenmeyi kabul etmeye hazır olma­lıdırlar. Yoksa manevî bakımdan ölürler. Bu beslenme de kendilerine harikulade ve esrarengiz bir şekilde verilir.

Tanr’nın sevgisi bizi Kilisesinin bireyleri olmamıza nail kıldı. Yani kutsal Vücudunun hücreleri olduk. Onun için, Son Akşam Yemeğinde Rab’bin Havarilerine söylediklerini hiç bir zaman unutmamalıyız: «Ben üzüm bağı, siz bağ dallarısınız. Bana bağlı kalan ben de ona bağlanırım. O adam çok verimli olur.... Eğer biri benimle kalmazsa, kesilen bir dal gibi onu dışarı atarlar. O zaman kuruyup kalır.» (Yuhanna 15:5). Bu demektir ki, beslenmemiz ve manevî bakımdan ilerlememiz için, İsa'ya bağlı kalmamız lâzımdır. Aksi takdirde İsa'nın bizim için hazırlamış olduğu gıdayı alıp içimize sindiremeyiz.

 

4. Dua

İnsanın ikili bir yapısı vardır: Hem vücuttan, hem ruhtan ibarettir. Vücut maddî olup ölür. Ruh ise ölümsüzdür. Ruh derken insanın canını, vicdanını, bilincini, şahsiyetini, serbestliğini, mantığını ve söz yeteneğini kastediyoruz. Bu özellikleri bize veren Tanré’dır. Kendisi en büyük «Ruh»tur. Vücut beslenmesi için yapacağımızı biliriz. Manevî dünyamızın beslenmesi için uygun olan yolları da Tanré bize gösterir. Bunlardan biri duadır.

Dua insana has bir imtiyazdır. Çünkü bütün yara­tıklardan ancak insan Tanré ile konuşup temasta bu­lunabilir. Tanré duayı, insanla bir temas yolu olarak tâyin etmiştir. Kutsal kitaptan ve Kilise tarihinden biliriz ki, İsa insan olarak dua ederdi-hem de sık-sık, gece-gündüz, dağlarda, sinagoglarda... Kilise Azizleri de, İsa'nın örneğini izleyerek dua ederlerdi. Böylece, dua edenlerin teşkil ettikleri ebedî örnekler önümüzdedir.

Lâkin bizi ilgilendiren şudur: Dua ruhumuzu nasıl etkiler? Manevî beslenmemize nasıl yol olur? Birçok Kilise Pederi ve münzeviler bu konu üzerinde yazı yazmışlardır. Lâkin aynı konuyla ilgilenen başka biri de vardır: Yirminci asrın en büyük insan biyolojisi uzmanlarından ve doktorlarından biri olan Alexis Carrel. Bilinmeyen Yaratık İnsan ve Dua başlıklı iki kitabında, insan hayatında duanın yeri hakkında ilginç şeyler yazar. Bazı görüşleri şöyledir:

«Hepimiz dimağımızı geliştirmeye çalışırız. Ama aklımızın fonksiyonlarını ihmal ederiz, örneğin moral duyguyu ve estetik duyguyu ve özellikle dinî hissi. Böylece çelimsiz ve manevî bakımdan sakat kalırız.... Onun için içimizde şahsiyete güç veren manevî fonksiyonları da geliştirmeliyiz.... En ihmal edilmiş manevî güç dinî his olduğuna göre, bunun yalnız dua yoluyla kendisini gösterdiğini belirtelim. Dua ruhsal bir olaydır.»

Bu demektir ki, şahsiyetimizin tam olması için, hayatımızda dua elzemdir. Carrel başka yerde şöyle der: «Duanın sonuçları kolay kolay görülmez. Başka olaylarla karışır. Ama mevcutturlar. Örneğin bir hastalıktan tedavi olmak isteyen ve lâkin hasta kalan biri, dua ile, derin ve izah edilemeyen manevî bir değişmeye uğrar.... Sonra duanın etki olaylarını basit dindar insanlarda görürüz. Bunlar diğer insanlardan farklı olup göze çarparlar.... Keza bu etkiyi Tıpta da, biz doktorların psiko-fızyolojik olaylar ve tedavi olayları dediğimiz durumlarda görürüz.»

Yani duanın etkisi her yerde ve her zaman sarih olarak görülmez, ama mevcuttur. Biz müminler duanın etkisini daha belirgin olarak görmek istiyorsak, kiliseye giden müminlere dikkat edelim. Kiliseye nasıl girerler ve oradan hangi ruhsal farklarla çıkarlar. Bu, duanın sonucudur. Carrel başka yerde şöyle der: «Duamızın kalitesine göre, ruhumuza ve vücudumuza olan etkisi de değişir. Dua şahsiyetimizi etkisiz bırakmaz. Ama sık-sık ve candan edilirse, o zaman etkisi çok belirgin olur. İç salgı bezleri gibi insanı etkiler. Bilincin derinliğinde var olan ve zafiyetlerimizi ortaya çıkaran ve şahsî hayatımızı yönlendiren bir aleve benzer.» Bilgin araştırmacı Carrel şu sonuca varır: «Dua müminlere ayrı bir damga atar: Bakışlardaki safiyet, duruştaki sükûnet, ifadedeki sakin sevinç, davranışlardaki mertlik ve daha birçok şey, vücut ve ruhumuzun derinliklerinde saklı olan hazineye delâlettirler.»

Dua vâsıtası ile kendisiyle temasta bulunabilmemiz imtiyazını bize verdiği için, Rab’be teşekkür edelim. Üstelik bu gizli ve narin yolla içimizi besler, bizi kendisine bağlayıp vücudunun bireyleri kılar. Bizi Kilisesinin bireyleri yapar ve dengeli bir hayat sürmemizi mümkün kılar. Dua, insanla Tanrı arasında bir konuşma ve bir irtibattır.

 

5. Kiliseye Gitmek

Müminin başka bir manevî beslenme yolu, kiliseye gitmektir. Yani kiliselerdeki dinî âyinlere katılmaktır. Kilisede dua etmenin gerekli ve zarurî olduğu şöyle açıklanır:

İbadet yerinde duayı Tanré tâyin etmiştir, hem de İsrail halkının henüz küçük bir toplum oluşturduğu zamandan beri. Tanré, vermiş olduğu diğer kanun ve emirlerin yanısıra (ki bunlar insanların şahsî ve toplumsal ilerlemeleri ve hayatları için gerekliydi), «her Cumartesi» günü Tanré’ya ibadeti zarurî kılmıştı. Tanré bu konuda hem kesin ve sarihtir, hem de ihmal edildiği takdirde vukubulacak sonuçlardan bahseder. Çünkü emrinin uygulanmasını ister.

Bu amaçla tâyin edilen yerlerde (yani kiliselerde) edilecek Tanré’ya ibadete ebedî bir örneği, bize İsa verdi. Bu görevi kendisi titizlikle yerine getiriyordu. Bunu bize İncil yazarı kutsal Luka iletir (Luka 4:16).

Sonra Havariler zamanındaki Hıristiyanların hayat tarzlarını okuduğumuz zaman da, «her hafta» ve «Pazar günü» olan kilise duasının ve Tanré’ya ibadetin belirli yerlerde ve kilise binalarında yer almasının temel bir görev olduğunu görürüz. Daha sonra, müminlerin bu göreve karşı ilgisizlik göstermemeleri için, VI. Ekümenik Konsil (Sinod), aldığı kararla, üç mütaakip Pazar kiliseye gitmeyen Hıristiyanların, zarurî sebep yoksa aforoz edilmelerini öngörür. Bu korkunçtur, çünkü aforoz cezası en günahkâr insanlara bile verilmez; yalnız tövbe etmeyen kâfirlere verilir.

Kilise bu nizamı tutar, çünkü evlâtlarını sever ve onların doğru olarak ve cömertçe beslenip gelişmelerini ister.  Kiliseye  gitmekle  nasıl  ve  ne  kadar  fayda gördüğümüzü ve manevî bakımdan beslendiğimizi bize Aziz Pederler ve Kilisemizin nurlanmış velileri gösterir. Bunlara küçük bir örnek olarak, Altén Ağézlé Yuhanna'nén yazdığını okuyalım: «Açık denizde tehlikede olan gemiler için Tanré yerde limanları yaratmıştır. Kilise de, endişe, hayat gaileleri ve gürültüden rahatsız olanların içine sığınıp sükûnet bulmaları içindir. Kilise, insan için ruhanî bir limandır.» Bunun böyle olduğuna dâir tanık olanlar da, Yuhanna diyor, «sizlersiniz ki, âyinde hazır bulu­nuyorsunuz. Ne aldınız? Vicdanınız rahatlamıştır. Şimdi hiddet sizi rahatsız etmiyor. Kalbinizi suçlu bir arzu yakmıyor. Kıskançlık tutkusu ile kibirlilik artık kalbinizde kabarmıyorlar. Bütün bu canavarlar âyin sırasında kolayca sinerler.... Ayinin iki saati sana faydalı olacaktır. Kutsal Aşa-i Rabbani âyininin duaları sana teselli edecektir. Giderken takdis edilmiş olacaksın. Manevî silâhlarla silâhlanmış olacağından, kendini emniyette hissedeceksin. Böylece günah seni yenemeyecektir;  Şeytana karşı mücadelede mağlup olmayacaksın.»

Başka yerde Peder Yuhanna (Hrisostomos) şöyle yazar: «Kilise içerisinde insan ruhu hoş manevî bir rayiha verir, nefis ve görkemli görünür; gelin esvabını giyen bir gelin bile bu kadar güzel ve şirin görünmez.»

Netice nedir? Aziz Hrisostomos (Yuhanna) bunu şöyle tasvir eder: «Binlerce günaha dalmış olsan bile, ruhun temiz olmasa bile, kiliseye gelmekten çekinme. Itriyat dükkânında çalışan birine benzeyeceksin. Dışarıya çıktığı zaman üstü başı güzel kokar. Sen de, günahkâr olsan bile, kiliseden başka bir insan gibi çıkacaksın.... Bu dediğimin doğru olduğuna dâir kendinizi ikna etmek istiyorsanız, kiliseden çıktıktan sonra, sevincinizi kiliseye gelmemiş olanların keyifsizliği ile kıyaslayınız.»

Büyük Rus romancısı Nikolai Gogol şöyle yazar: «Şevkle âyini izlemiş olanlar, [kiliseden] mütevazı, davranışlarında yumuşak, eylemlerinde kibar ve sakin çıkarlar. Bunun için, ilerlemek ve kendisini ıslah etmek isteyen biri, Aşa-i Rabbani âyinini sık-sık izleyip dikkatle dinlemelidir, çünkü bu âyin insan ruhunu geliştirir—hiç hissettirmeden.»

Gerçekten, kiliseye yılan gibi giren, güvercin gibi çıkar; kurt ruhlu giren koyun ruhlu çıkar. Kilise insan ruhunu ihya eder. İnsanı kederinde teselli eder, takdis eder, insanı insan yapar, ona güç, sükûnet ve umut verir. Ruhunu kurtarır.

Zamanımızın değerli Ortodoks ilâhiyatçısı Profesör ve başrahip Aleksander Schmeman şöyle der: «Kiliseye gitmek, İsa ile bir olmaya gitmek demektir.» Bunu unutmayalım. Elimizden geldiği kadar, sohbet ederken bunu başkalarına da iletelim. İsa'sız manevî beslenme mümkün değildir. Kiliseye gitmek de, Rab’bin bize verdiği ihsan ve yoldur.

 

6. Tanrısal Kanunu Okuyup İncelemek

Her bir müminin manevî beslenmesi ve Tanré’nın lûtfu ile dolması için bir daha yol da, Tanrısal kanunun okunması ve incelenmesidir. Bu her mümin için gerekli ve yararlıdır. Bu da hem Kutsal Kitaptan hem de Pederlerin hikmetinden bellidir.

Kutsal Kitabı (Eski ve Yeni Ahidi) okurken, Tanrısal kanunu okumamız için verilen birçok teşvikle karşılaşırız. Musa şöyle yazıp öğütler: «Ôanré’nın kanununu her zaman okuyup aklında tutakalkarken, otururken, yatarken.» Peygamber Davut da dedi ki: «Gece-gündüz Tanrénın kanununu inceleyen insan talihlidir.» Rab’bimiz İsa Mesih de konuşmalarında Tanré’nın kanununu okumamızı şart koşar: «Yanılıyorsunuz, çünkü yazıtları bilmiyorsunuz.» Konuşurken bazen Tanrısal kanundan bahseder: «Kanunda ne yazılıdır?» diye sorar kanun âlimine. Kendisi bile sinagoglarda kanunu okur ve tefsir ederdi.

Pavlus şöyle yazar: «Yazıtların verdiği sabır ve teselli ile, Tanré’ya ümidimizi tutalım.» Başka yerde de: «Tanré’nın sözü içinizde bolca ikamet etsin» der. Öğrencisi Timoteus'a şöyle öğüt verir: «Bunları oku, bunlarda kal.» Tanrısal kanunun okunmasının her mümin için Tanré tarafından gerekli görüldüğü bir görev olduğuna dâir sizi temin etmek için, Kutsal Kitaptan ve Kilisemizin Pederlerinden daha birçok pasaj yazabilirdim. Lâkin Tanrısal kanunun okun­ması niçin gereklidir?

İlkönce, manevî beslenmemiz içindir. Kutsal Kitap’ta Tanré’ın kanunu yazılıdır. Bu, Tanré’nın iradesidir. Her mümin, Kilisenin canlı bir bireyi olması için, Kilise kanunlarını, nizamlarını bilmelidir. Bunların nihaî gayesi, müminin kurtuluşudur. Bu kanunlar yalnız Kutsal Kitapt’a mevcuttur, başka yerde bulunmaz. Başka her türlü yöntem hem imkânsız, hem tehlikelidir.

Her gün Tanré’nın iradesine karşı koyan ve zıt gelen bir dünyada yaşıyoruz. Gayrımanevî ve ahlâksız olan bir sosyal ortamda yaşıyoruz. Bu dünyada ve bu ortamda yerimizi devamlı olarak yoklamamıza ihtiyaç vardır. Bu da ancak her gün Tanré’nın kanunu ile gözgöze gelmemizle basardır. Bir geminin rotası için pusula ne ise, bizim yolumuz için de Tanré’nın kanunu odur. Bunun için Davut şöyle diyordu: «Kanunun, ya Rab, gece-gündüz aklımdadır.» Biri diyebilir ki, vicdanımız yetmez mi? Vicdanı hâiz olduğumuz doğrudur, ama vicdan her zaman bize gerçeği göstermez-bu da tehlikelidir. Vicdanın temiz ve âdil olması için de Tanré’nın kanunu gereklidir. Allanın kanununu okumak bir ihtiyaçtır, çünkü bu şekilde hayatımız Tanré’nın lûtfu ile dolup taşar.

Ancak sadece Tanré’nın kanununu bir metin olarak okumak (kutsal bir metin olsa bile) yetmez ve işlemi mükemmelleştirmez. Bunun örneği de Ferisilerdir. Tanré’nın kanununu okurlardı ama bunun ruhlarına işlemesine meydan vermezlerdi. Riyakârlık ve gösterişle, kendilerini salih ve dindar diye gösterirlerdi. Kanunu okurken Tanré’nın refakati ile okumalıyız. Kutsal Ruhun kılavuzluğu altında okumalıyız. Kutsal Ruh, bizim şimdi okuduklarımızı yazmaları için, o yazarların aklını nurlandırmıştı. Ancak bu şekilde okuduklarımızın etkisi dolaysız ve yararlı olacaktır. Ancak o zaman Tanré’nın lûtfu ruhumuzun ve vücudumuzun içine işleyecektir. Davut der ki: «Sözlerin tadımda ne kadar tatlıdır!» İşte bunu burada görüyoruz. Kutsal Hrisostomos (Altén Ağézlé Yuhanna) bunu tefsir ederken şöyle yazar: «Davut 'sözlerin kulağıma ne kadar tatlı geliyor' demedi; 'tadımda tatlıdır' dedi.» Davut devam ediyor: «Sözlerin ağzımda baldan tatlıdır.» Davudun yazdıkları ve Hrisostomos'un tefsir ettikleri ile, Tanré’nın kanununun okunma­sının ruhsal dünyamıza olan etkisi görünür. Ruhsal dünyamızı tatlı ve yumuşak bir şekilde etkileyip yönlendirir.

Dua ve kiliseye gitmenin yanısıra, Kutsal Kitap’é okuyup çalışmak da şimdiki saadetimiz ve ilerideki kurtuluşumuz için zarurîdir. Kurtuluş derken, ruhumuzun manevî kurtuluşunu, yani cennedi kastediyoruz. Zaten İsa bizi günahtan ve ebedî mahkûmiyetten (cehennemden) kurtarmak için geldi. Her gün kanununu okumakla, Rab Tanrı’mızla beraber olmayı ihmal etmeyelim.

 

7. Günah İtirafı

İnsan mükemmel bir yaratıktır. İlk yaratıldığı zamanki güzelliği emsalsizdi. Adem ila Havva’nın cennette işledikleri atasal ilk günahla (yani Tanré’ya itaatsizlikle), insan bu güzelliği kaybetti, ama iman ve vaftizle, Kilise’nin bireyi olarak onu tekrar bulur. Lâkin her zaman var olup yanda duran ve bizi kollayan günah insanı gerçekten uzaklaştırır, ruhî dengesizliğe yol açar ve insanı manevî bakımdan yoldan çıkarır. Günah aynı zamanda «insanın hayatını zehir eder ve soldurur». Günümüzün bilginleriden P. Tournier'in yazdığı gibi, «vicdan azabının sebebolduğu manevî ıstıraptan daha beter ve zararlı ıstırap yoktur».

İnsan yani mümin, orada kalsaydı, bu kâbustan kurtulamasaydı, çok bahtsız olurdu. Ama inayetli Rab bunun gereğini görüp, tövbeyi ve günah itirafı sakramentini kendisi ihdas etti. Bununla mümin yine kendisine gelir, manevî bakımdan beslenir, ruhsal dengesini bulur ve Tanré’nın yoluna döner. (Bkz Yuhanna 20:23.) Tövbe ve günah itirafı insanın manevî bakımdan yıkanıp temizlenmesidir. Manevî zihniyetli insan, günlük hayatın ruhsal yapısına bulaştırdığı her kir için bunu kendisine uygular. Vücudu­muzu kirlerden nasıl yıkamaya, onlardan arındırmaya koşuyorsak, aynı şekilde ruhsal dünyamızı da temizlemeliyiz. Bedenî temizlik zarurî ve mecburî ise, manevî temizlik de öyledir, çünkü insan beden ve ruhtan ibarettir.

Bunun zarurî olduğunu Tanré’nın sözünden, Kilise Azizlerinden, Pederlerden ve insan şahsiyetini incelemiş olan daha sonraki ve bugünkü bilginlerden görüyoruz.

Kutsal Kitap’ta şunları okuruz: «Önce sen günahlarını söyle ki, hak bulasın» (Yeşaya 49:26) ve «Eğer günahlarımızı itiraf edersek, Rab sadakatli ve âdildir, günahlarımızı affedip bizi her haksızlıktan temizleyecektir.» (I Yuhanna 1:9).

Kilise Pederleri bu işlem ve önemi hakkında ayrıntılı olarak konuşurlar: «İnsan rahip tarafından vaftiz edilirken Kutsal Ruhun lûtfu ile nurlanır. Aynı şekilde, tövbe edip günahlarını itiraf eden, günah affı ve İsa'nın lûtfunu rahip vâsıtası ile alır» der Büyük Atanas. Gördüğünüz gibi, yalnız af değil, lütuf da alır. Yuhanna Hrisostomos (Altén Ağézlé Yuhanna) da tövbenin ve günah itirafı sakramentinin büyük bir sakrament olduğunu yazar ve devam eder: «Bu kurum büyük ve çok insanseverdir, çünkü günah silinip gider, suçluluk yokolur, vicdan azabı diner, Tanrısal sükûnet kalbimizin içine yerleşir.» Yani vaftizle elde ettiğimiz ilk durumumuza döneriz. Onun için bu sakramente «ikinci vaftiz» de denir.

Bilgin August Nicolaus günah itirafı hakkında şunları yazar: «Günahlarını itiraf edeni temkinli kılar ve teyakkuzda tutar. Üstün manevî kuvvetlere güç ve hayat verir. Ruhundan kibiri ve korkaklığı giderir.» Profesör Mesmer de şöyle yazar: «Muntazaman yapılan günah itirafı kendimizi dikkatle tetkik etmemize bizi alıştırır.... Böylece düşünmemize ve bütün eylemlerimizi inceleme­mize sebebolur.» Merhum Atina Başpiskoposu Hrisostomos Papadopoulos der ki: «Günah itirafı, Kilisenin müminlerin ruhlarına olan faydalı ve nimetli etkisinin en önemli yollarından biridir.»

Demek oluyor ki, günah itirafı ve tövbe vasıtasıyla, Tanré ile yine ve yine barışmış oluyoruz ve de kendi irademizle daha mücadeleci ve dikkatli oluyoruz ve «tekâmüle doğru yöneliyoruz». (İbraniler 6:1).

Bir gün genç bir adam münzevi Sisois'e sordu: «Bir günahtan sonra ne yapmam lâzım?» Münzevi cevap verdi: «Sık-sık tövbe et ve günahını itiraf et.» Genç adam: «Ben bunu yaptım, ama yine günaha düştüm» dedi. «Yine aynı ilâçları kullan» dedi münzevi. «Peki, kaç defa doğrulup kalkmam gerekecek?» diye sordu genç adam. «Ölüm seni ayakta bulana kadar» diye cevap verdi münzevi. O kadar. İhmal etmeyelim.

 

8. Tanrısal Münakale

Manevî beslenmemiz için elzem olan diğer yolların yanısıra, Hıristiyanlar için en önemlisi Tanrısal Münakaledir, yani İsa'nın Kutsal Vücudunu ve Kıymetli Kanını içimize almaktır.

Bunu bir manevî beslenme vâsıtası olarak Rab’bimiz tâyin etmiştir. Kendisini dinleyenlere dedi ki: «Eğer İnsanoğlunun etinden yiyip kanından içmezseniz, içinizde hayat yoktur. Etimden yiyip kanımdan içenin ebedî hayatı vardır.» (Yuhanna 6:53-54). Yani mümin için Rab’bin eti ve kanı zarurî bir manevî gıdadır.

Ama bu esrarengiz beslenme nasıl olacaktı? Kutsal Perşembe gecesi Rab bunun gereğini görmüştür. Havarileri ile beraber son defa yerken, Tanrısal Münakale sakramentini tâyin etti. Yani biraz ekmek aldı, onu takdis etti ve Havarilerine vererek dedi ki: «Alın, yiyin. Bu benim vücudumdur.» Biraz sonra bir bardak şarabı takdis ederek onlara dedi ki: «Bundan hepiniz için. Bu benim kamındır.» Aynı şeyi yapmalarını (yani vücuduna ve etine iştirak etmelerini) tenbih etti. Yüzyıllar boyunca bütün Hıristiyanlar Rab’bin bu emrine itaat ederler. Aşa-i Rabba­ni âyinini okurken, rahip « Sana Senin olanları Senden alıp her şeyde herkese sunarız.» dediği zaman, biz de « Seni överiz, Seni kutlarız, sana şükrederiz ya Rab ve sana Dua ederiz. Ôanrı’mız.»  ilâhisini oku­ruz. O zaman rahibin duaları ve Kutsal Ruhun eylemi ile, mihrabın üzerindeki biraz ekmekle biraz şarap İsa'nın Vücut ve Kanéna dönüşür. Biz de bunlara iştirak ederiz.

İsa'nın vücudundan ve kanından almak manevî hayatımız ve ilerlememiz için gereklidir. Bunu Rab’bin bize bıraktığı tenbihlerden ve de Kilise’mizin Azizlerinin verdiği sayısız öğüt ve tavsiyelerden anlarız. Tanrısal Münakale ile bize bolca takdis ve şifa verilir. Takdis, Azizlerin verdiği öğütlerde anlatılır. Tanrısal Münakale «Hıristiyanların hayatının merkezi ve temeli» sayılır. Böylece:

    (1) Kutsal Sinodlarén tesbit ettiği Kanunlar sık-sık Tanrısal Münakaleyi öngörür.

    (2) Aziz Vasilios şöyle yazar: «Her gün bile münakalaye iştirak etmek iyi ve yararlıdır.»

    (3) Kudüs Başpiskoposu Aziz Kirillos şunları yazar: «İsa'nın vücuduna ve kanına iştirak ile, İsa ile bir vücut ve kandaş oluruz, yani Hristofor [Mesihi içimizde taşıyanlar] olmuş oluruz.» Yani vücudumuz aynı zamanda İsa'nın vücudu olur, kanımızda da İsa'nın kanı dolaşır.

    (4) Şamlı Aziz Yuhanna de buna benzer şekilde yazar ve devam eder: «Başka birçok insan da aynı şeyi yaptığı için, yani iştirakla İsa ile birleştiği için, biz de iştirak ettiğimiz zaman birbirimizle birleşiriz. Bir vücut ve bir kan oluruz: İsa'nın vücudu ve kanı....» Yani O'nun Kilise’sini teşkil ederiz.

    (5) Bunların yansıra, Aşa-i Rabbani âyininde rahibin okuduğu duaların da gösterdiği gibi, Tanrısal Münakale ile, Kutsal Ruhun bütün nimetleri gelip müminin ruhunda yuva kurarlar. En değerli armağan olan Kutsal Ruhun lûtfu müminin üzerine gelir. Başka Pederlerin yazdığı gibi, Tanrısal Münakale ile mümin «gerçek üzüm bağına katılır», yani «tanrısal tabiatın bir parçası olur»; başka bir deyişle, gerçekten «tanrılaşır».

    Krostand piskoposu Yuhanna şöyle der: «Tanré’nın sonsuz sevgisinin bize ihsan ettiği bu sakrament, bütün diğer sakramenterden daha üstündür, bütün mucizelerin en şa-hanesidir. Silâhımız, ilâcımız, gıdamız ve içkimizdir. Ekmeğimiz ve kanımızdır. Hayatımızdır.»

    Derin ve içten bir dindarlıkla «hayat bardağı»na yaklaşalım. Bu yegâne teçhizatla, bu hayattan semavî hayat ve hükümdarlığa doğru olan yolculuğa başlamamıza bizi nail kılması için, Kurtarıcı’mıza niyaz edelim. Amin.

 

ÖZET

Ìümin Hıristiyan Kilisenin bir bireyidir. Kutsal Kitab’a ve Pederlerimizin öğretilerine dayanarak, Kilise derken Rab’bimiz İsa'nın mistik vücudunu kastediyoruz.

İsa'yı tanımayan biri, Kilisenin (yani İsa'nın vücu­dunun) bir bireyi olamaz. İsa'nın mistik vücuduna katılması için neleri kabul edip uygulaması gerektiğini de gördük.

Nasıl ki insan vücudu yaşaması için gıda alması lâzımdır, benzer şekilde, İsa'nın vücudunun (Kilisenin) bireyleri olarak, beslenmemiz için gerekli işlemleri de yapmalıyız. Vücudumuz maddî olduğu için, beslenmesi de maddîdir, ama seçkindir. İsa'nın vücuduna katılmamız manevîdir; o halde bu yoldan beslenmemiz de manevîdir, ama uygun ve özenli bir beslenmedir.

İsa'nın vücudunun bireyleri olarak manevî beslenme­mizin zarurî olduğunu ve bunun beş esas yolla mümkün olduğunu da gördük: Dua, kiliseye gitmek, Tanré’nın kanu­nunu okuyup düşünmek, günah itirafında bulunmak ve Tanrısal Münakale. Bu yolları izlemeden beslenme olmaz. O zaman manevî gıdasızlık ve kötü sağlıktan ölürüz.

Rab Havarileri ile bir gün konuşurken, kendilerini «öğrencileri» diye nitelendirdi: «Siz benim öğrencilerimsiniz.» Bütün Hıristiyanlar, yüzyıllardan beri gelip geçmiş bütün müminler, İsa'nın «öğrencileredir». Bu demektir ki, Ôanré’nın sözünün bize öğrettiklerini dinlemeye, öğrenmeye ve uygulamaya daima hazır olmalıyız. Yazdıklarımı, okunup uygulanmaları için yazdım. İmanımızın diğer esas gerçeklerine devam etmeden önce, yazdıklarımı bir daha okumanızı rica ederim. Bu tekrarlama size yararlı olacaktır. Yazıların içeriğini anlamanıza yardım edecektir. Hepinize sevinç, sükûnet ve her türlü bereket dilerim.

 


Içindekiler // sonraki konu

25-9-2008. tarihinde yazéldé.

25-9-2008 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN