Öz Ortodoksluk doktrinleri ve emanetleri AZİZ PEDERLERİN SESİ

 

ATANASİUS’UN VAAZLARINDAN
Kaynak:www.meryemana.net
 

 

 

(Atanasius, Ariyus’ çulara Karşı Söylevlerinden, 2,78.79)

Ey Tanrım, sözünle her şeyi yaratan ve bilgeliğinle insanı şekillendiren Sen, tahtta yanında oturan bilgeliği bana ver.

Bizde ve tüm diğer şeylerde Bilgeliğin yarattığı imge bulun­duğundan, gerçek ve işleyen Bilgelik haklı olarak doğasına özgü olanı kendine mal ederek, "Rab kadim işlerinde beni yarattı" (bk. Me­seller 8,22) diyor. Bu şekilde Rab kendine özgü olarak bilgeliğimizin olduğu söylediği ve sahiplendiği her şeye hak iddia ediyor.

Ve bu, yaratıcı olan O yaradılış konusu olduğundan değil, yapıt­ların kendilerinde beliren imgesinden dolayıdır. Sanki kendinden söz ediyormuş gibi böyle söylüyor. "Sizi kabul eden, beni kabul etmiş olur" (Mt. 10, 40) özdeyişi ile aynı şeyi ifade ediyor. Böylece her ne kadar yaratılanlar arasında sayılmazsa da bunlarda şekli ve biçimi, yani bir anlamda kendiliği üretildiğinde "Rab, yolunun başlangıcında, kadim işlerinden evvel beni teşkil etti" (Meseller 8,22) diyor. Yaratılan şeylerde Bilgeliğin damgasının bulunması nedeni, dünyanın Baba’yı tanımasıdır. Aslında Pavlus’ un öğrettiği de budur: "Çünkü Tanrı’ya dair bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir. Tanrı hepsinin gözlerinin önüne serdi. Dünyanın yaratılışından be­ri, Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri, yani sonsuz gücü ve tanrılığı, O’nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor" (Rom. 1, 19-20). Yukarda alınan misal, bir yaratıkmış gibi Kelam’ın anlamında değil de içimizde bulunan bilgelik konusundadır. Bilgelik gerçekten vardır ve bu yüzden doğru olarak bizde yaratılan varlığı doğrulanmaktadır.

Buna rağmen Ariyanlar bu doğrulamalara inanmak istemiyorlarsa bizi yanıtlasınlar: yaratılan şeylerde bilgeliğin herhangi bir şekli varoluyor mu, yoksa varolmuyor mu? Şayet yoksa o zaman neden Havari acı bir doğrulamada bulunuyor: "Dünya, Tanrı’nın bilgeli­ğine göre Tanrı’yı bilgelikle tanımadı" (I. Kor.1, 21). Hiç bilgelik yok­sa, neden Kutsal Kitapta bunca bilgelerden söz ediliyor? Örneğin, "Hikmetli adam korkar ve şerden ayrılır" (Meseller 14,16); "Hikmetle ev yapılır" (Meseller 24,3).

Vaiz de şöyle der: "Adamın hikmeti kendi yüzünü aydınlatır" (Vaiz 8, 1). Sonra da, "Niçin evvelki günler bunlardan daha iyi idiler deme, çünkü bunun hakkındaki sorgun hikmetle değildir" (Vaiz 7, 10) deyip gözü pek olanları suçlar.

Gerçekten yaratılan şeylerde bilgelik vardır. Sirak’ ın oğlu bunu bu sözlerle doğruluyor: "O tüm yapıtlarında bunu yaydı, cömertliğine göre her ölümcül yaratığa ve onu sevenlere bahşetti (Sirak 1, 74). Verilmiş olan, ayrılmaz ve tek doğuşlu Bilgeliğin tanrısal doğası değildir, salt yaratılmış olanda görkemle parlayan imgesidir. Bu böyle ise dünyada yayılan bilgeliğin ve bilimin örneği ve imgesi olan yaratıcı Bilgeliğin kendi hakkında, "Rab beni kadim işlerinde yarattı" demesi neden inanılmaz sayılmalı? Yaratılmış olan evre­nimizin gerçeğinde bulunan bilgeliktir. Bu bilgelik için Gökler Allah’ın izzetini beyan eder ve gök kubbesi ellerinin işini ilan eder" (Mezm. 18, 1). Buna karşın diğer Bilgelik yaratılmış değil, ya­ratıcıdır.

(Atanasius, Ariyus’ çulara Karşı Söylevlerinden. 2,78.81-82)

Allah, İncil’in saçmalığı vasıtasıyla, inanç sahibi olanları kurtarmaya razı oldu.

Tanrı’nın tek doğan Bilgeliği her şeyin yaratıcısı ve yapıcısıdır. Bu yüzdendir ki: Var olanların hepsini hikmetle yaptın, ve yeryüzü senin zenginliklerinle doludur (bak. Mezm. 103, 24) denilmiştir. Şimdi yaratılan şeylerin varolmakla yetinmeyip, düzenli bir şekilde varo­labilmeleri için Allah Bilgeliği ile kendisini yaratılan şeylerle ölçmek istedi ve yaratılan şeylerin Bilgelikle donatıldığı, inşa edi­len yapıtların Allah’a layık oldukları iyice belirlensin diye tümüne ve her birine görüntüsünün damgasını ve benzerliğini bastı.

Nasıl ki sözümüz, Allah’ın Oğlu olan Kelam’ın imgesi ise, aynı şekilde bizdeki bilgelik, Bilgeliğin kendisi olan Kelam’ın imgesi şeklindedir. Bilgeliğin bağışı bize öğrenme ve tanıma özelliğini verir, yaratıcı Bilgeliği kabul etme ve onun vasıtasıyla, Peder’i tanıma olanağını kazandırır. Çünkü Oğul’a sahip olan Peder’e de sahip olur (bak. I. Yu. 2,23) ve: "Beni kabul eden beni göndereni kabul etmiş olur" (Mt. 10, 40). Bu Bilgeliğin imgesi bizde ve her şeyde yaratıldığına göre, yaratıcı olan gerçek Bilgelik haklı olarak, imgesinin sahip olduğu özellikleri kendine mal ederek "Rab beni yapıtlarında yaratmıştır" diye doğrulamaktadır.

Oysa "Tanrı’nın bilgeliğine göre," açıkladığımız gibi "Dünya Tanrı’yı bilgelikle tanımadı. Tanrı, iman edenleri saçma sayılan bil­diriyle kurtarmaya razı oldu" (I. Kor. 1, 21). Allah, geçmişte olduğu gibi, Bilgeliğin imgesi ve gölgesi sayesinde artık tanınmak isteme­di. Gerçek Bilgeliğin ete bürünmesini, insan olmasını ve çarmıhta ölümü tatmasını istedi. Öyle ki, onda temellenen inanç yoluyla tüm inanç sahipleri yeniden kurtulmuş olabilsinler.

Allah’ın Bilgeliği, kendini ve Peder’i, yaratılan şeylerde izi olan imgesi yoluyla belirtiyordu. Bu yüzdendir ki, yaratılmış olduğu söyleniliyor. Daha sonra Aziz Yuhanna’ nın belirttiği gibi, Kelam olan bu Bilgelik ete bürünüyor. Ölüm yok edilip insan soyu kur­tulduktan sonra kendini daha açık şekilde gösteriyor ve kendi vasıtasıyla Peder’i, dolayısı ile şu sözler söylendi: "Tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarını temin et" (Yuh. 17,3).

Demek ki, tüm yeryüzü bilgisi ile doldurulmuştur. Çünkü Peder’in yoluyla Oğul’un ve Oğlunun yoluyla Peder’in bilgisi tektir. Peder’i mutlu eden neşe ile Oğul da Peder’de mutluluk duymaktadır ve "her gün onun sevinci idim; her vakit onun önünde sevinirdim" de­mektedir (Meseller 8, 30).

 

(Atanasius, Korint Episkoposu Epiktet’ e Mektup, 5-9)

Meryem’de Allah gerçekten kendini insan yaptı.

Kelam, İbrahim’in soyunun yükümlülüğünü üzerine aldı, bu nedenle kendisini her noktadan kardeşlerine benzer yapması ve bizimki gibi bir beden alması gerekiyordu. Bu nedenle, onda bu bedeni alması ve bunu kendisininki olarak bizim uğrumuza sunması için Meryem gerçekten lüzumludur. Kutsal Kitap onun doğumunu hatırlatıyor; şöyle diyor O çocuğunu kundakladı, ona süt veren anne mutlu ilan edildi ve onun, bir kurban sunma içinmiş gibi, ondan doğduğu kabul edildi. Cebrail onu, dikkatle seçilmiş sözlerle ona bildirmişti. Bunun dışardan içeri sokulmuş yabancı bir beden olacağı inancını vermemek için, alışılmış şekilde: "Sende doğacak olan kimse" demedi; doğacak olanın ondan çıkacağına inanmaya davet için: "Senden doğacak olan kimse" dedi.

Bütün bunlar Kelam’ın, bizim tabiatımızı yüklenerek ve onu kurban olarak sunarak, onu tamamıyla kendisine ait yapması için, böyle oldu. Daha sonra bizi, kendi tabiatıyla donatmak istedi, ki Aziz Pavlus’ un şöyle söylemesine imkan veren budur Bu çürüyebilen varlığın çürümezliğe bürünmesi, bu ölümlü varlığın ölümsüzlüğe bürünmesi gerekir. Bu, bazı heretiklerin tahayyül etmiş oldukları gibi, fiktif bir şekilde olmamıştır: Asla! Kurtarıcı gerçekten insan olmuştur ve insanın kurtuluşu tümüyle buradan gelmiştir. Kurtuluşumuz bir görüntü değildir, o sadece beden için değildir, ruh ve bedenle birlikte, tüm insan içindir ve bu selamet, Kelam’ın kendisinden gelmiştir.

O halde Meryem’den gelen, Kutsal Yazılara göre, tabiaten insani idi ve Rabbin bedeni gerçek bir bedendir, evet, gerçek bir beden, çünkü bizim bedenimizle aynı idi. Çünkü hepimiz Adem’den geldiğimize göre, Meryem bizim kız kardeşimizdir.

Kuşkusuz, Kelam et haline dönüşmedi, yalnızca bizim tabiatımızı aldı; aziz Yuhanna’ nın: Kelam vücut buldu sözü başka bir anlama gelmemektedir, bunu benzeri ifadelerde de görmek mümkündür, örneğin aziz Pavlus’ ta: Mesih bizim için kendini lanetli yaptı.

Kelam’ın insani tabiatla birleşmesi, Üçlük-Birlik’ e hiçbir şey ilave etmez, oysa insani beden, Kelam’la komünyonu ve onunla birliği dolayısıyla büyük bir avantaj elde etmiştir: ölümlü iken ölümsüz olmuştur, tamamen insani iken, tinsel olmuştur ve topraktan gelen O, göğün kapılarından geçmektedir.

Kuşkusuz, Kelam’ın Meryem’de bir beden almasından sonra bile, Üçlük-Birlik olarak kalmaktadır, ne bir fazla, ne bir eksik. O her zaman mükemmeldir: Üçlük-Birlik’ te tek uluhiyeti tanıyoruz ve Kilise’de, Kelam’ın Peder’i, tek bir Allah’ın ilan edilmesi böyle olmaktadır. 

(Atanasius, Serapion’ a I. Mektup, 28.30)

Peder’e Oğul’a ve Kutsal Ruh’a şan ve şeref olsun!

Rabbin bize öğrettiği, Havarilerin vaaz ettiği ve Kilise Babaları’nın koruduğu Evrensel Kilisesi’ nin eski geleneğini, öğretisini ve inancını araştırmak boşa bir uğraş olmaz. Çünkü Kilise bunlara dayanmaktadır ve ondan uzaklaşmış olan biri, hiçbir nedenle Hıristiyan olamayacaktır ve bu adı taşıyamayacaktır.

İnancımız şudur: Aziz ve kusursuz Üçlük-Birlik, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ta ayrılmış olandır; yabancı veya dıştan eklenen hiçbir şeyi yoktur. Yaratıcı’ dan ve yaratılan gerçeklerden de oluşmaz, tümü ile yaratıcı güç ve işlevsel dayanıklılıktır. Doğası tek ve kendine benzerdir. Tektir faal ilkesi ve tektir işlem. Çünkü Peder, her şeyi Kutsal Ruh’taki Kelam’ın vasıtasıyla yapar ve bu şekilde Kutsal Üçlük-Birlik’ in birliği dokunulmamış kalır. Bu yüzden Kilisede her şeyin üstünde olan, her şey için faaliyet gösteren ve her şeyde varolan tek bir Allah ilan edilir (bak. Ef. 4, 6). Pek tabi ki Peder, ilke ve köken olarak her şeyin üstündedir. Kelam’ın aracılığı ile her şey için faaliyet gösterir. Nihayet Kutsal Ruh’un dahilinde her şeyde varolur.

Korint’ lilere tinsel gerçekler konusunda yazdığında Havari Pavlus, başlangıçta her şeyi tek bir Allah, Peder’e şu şekilde bağlar: "Çeşitli ruhsal armağanlar vardır, ama Ruh birdir. Çeşitli görevler vardır, ama Rab bir’dir. Çeşitli etkinlikler vardır, ama herkeste hepsini etkin kılan aynı Tanrı’dır" (I. Kor. 12, 4-6).

Çünkü Ruh’un bireylere dağıttığı şeyler Peder tarafından Kelam aracılığı ile verilmektedir. Doğrusu şu ki, Peder’den olan her şey Oğul’a aittir. Bu şekilde Oğul tarafından Kutsal Ruh yolu ile verilenler, Peder’in gerçek armağanlarıdır. Aynı şekilde Ruh bizde iken, aracılığı ile aldığımız Kelam da bizdedir ve Kelam da Peder’de varolmaktadır. Böylece "Ben ve Peder ona gelir, onunla birlikte yaşarız" (Yuh. 14,23) deyimi gerçekleşir. Çünkü ışık nerede ise parlaklık da orada ve parlaklığın olduğu yerde onun etkinliği ve görkemli lütfu da orada.

Bunu bu sözlerle Pavlus, Korint’ lilere ikinci mektubunda öğret­mektedir: "Rab İsa Mesih’in lütfu, Tanrı’nın sevgisi ve Kutsal Ruh’un beraberliği hepinizle birlikte olsun" (II. Kor. 13. 14). Çünkü lütuf, Üçlük-Birlikte verilen armağandır. Peder tarafından Kutsal Ruh’ta, Oğul vasıtasıyla verilmektedir. Nasıl ki Peder’den Oğul vasıtasıyla lütuf verilmektedir, aynı şekilde armağana katılış bizde salt Kutsal Ruh’ta olmaktadır. Ve o zaman buna katıldığımızda biz Peder’in sevgisine, Oğul’un lütfuna ve Ruh ile birleşmeye sahip olmaktayız. 

(Atanasius, Paskalya Mektuplarından,  5, 1-2)

Paskalya bayramının kutsal-gizemsel etkisi bizi tek bir topluluğun içine katıyor, tinsel olarak hepimizi birleştirip, uzak olanları bile bize yakınlaştırıyor.

Kardeşlerim, bir bayramdan başka bir bayrama, bir duadan başka birine ve sonunda bir kutlamadan başka bir kutlamaya geçmek güzel bir şeydir. Bize yeni bir başlangıcı getiren ve tanıtan vakit artık yakındır: Rabbin kendini kurban ettiği kutsal Paskalya günü. Bizler gıdası ile besleniyor, ruhumuzu değerli kanı ile bir kaynaktan yararlanır gibi mutlu ediyoruz. Bununla birlikte daima susama içindeyiz ve daima arzu ile yanıyoruz. Oysa Kurtarıcımız ateşler içinde olanın yanındadır ve iyilikseverliği ile bayram gününde, gönülleri susayanları "bir kimse susamışsa bana gelsin, içsin" (Yuh. 7,37) sözüne uygun olarak yanına davet ediyor. Ne var ki, iç susamayı giderebilmek için ağzımızı kaynağa getirmek şart değildir, kaynağa su isteğinde bulunmak yeterlidir. Bayram kutlamasının lütfu tek bir an ile sınırlanmamıştır, parlayan ışını da güneşin batması ile sönmüyor, aksine arzu edenin ruhu için daima hazır bulunmaktadır. Akılları aydınlatılmış olup, gece gündüz Kut­sal Kitap üzerinde derin derin düşünenlere bir güç katmaktadır. Bunlar Mezmur’ da yazıldığı gibi "Ne mutlu o adama ki, kötülerin öğütlerini izlemez, günahkarların yolunda yürümez ve alaycıların ortasında oturmaz, ama zevkini Rabbin yasasından alır ve gece gündüz bu yasa üzerinde düşünür" (Mezm. 1, 1-2), mutlu denilen o adam gibidirler

Bu yüzden, sevgili dostlarım, bu bayramı bizim için kuran Allah her yıl kutlamamıza da izin vermektedir. Kurtuluşumuz için kendi Oğlunu ölüme teslim eden O, aynı nedenden dolayı yıl boyunca diğerleri arasında sıyrılan bu bayramı bize armağan etmiştir. Dinsel törenin kutlanması bu dünyada karşılaştığımız acılarda bizlere destek olmaktadır. Onun vasıtasıyla Allah kardeşliği artıran kurtulma mutluluğunu bağışlamaktadır. Çünkü bayramın kutsal gizemsel etkisi bizi tek bir topluluğun içine katıyor, tinsel olarak hepimizi birleştirip uzak olanları bile bize yaklaştırıyor.

Kilise’deki kutlama birlikte dua etmemize ve Allah’a toplu halde şükretmemize olanak tanıyor. Bu aslında, her kutsal gizemsel kut­lamaya özgü bir gerekliliktir. Uzak ve yakın olanları, hazır bulu­nanlarla bulunmayanları kutlamada bir birlik oluşturup, inancın birliğinde erimeleri Tanrı iyiliğinin bir mucizesidir. 

(Atanasius, Paskalya Mektuplarından, 14, 1-2)

Gerçek sevinç ve gerçek tören bizleri kötülüklerden kurtarandır.

Kendini bize tümden veren Kelam Rab Mesih, ziyaretini bizlere armağan etmektedir. Aralıksız olarak bize yakın olacağına dair söz veriyor. Bu yüzdendir ki "işte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim" (Mt. 28,20) demektedir.

O çobandır, yüce baş kahindir, yol ve kapıdır ve bu sıfatlarla tö­renin kutlamasında varolmaktadır. Beklenilen olan, Aziz Pavlus’ un "Kurban kuzusu olan Mesih kurban edilmiştir" (I. Kor. 5, 7) dediği aramıza gelmektedir. Mezmur yazarının söylediği de gerçekleşiyor: Ey sevincim, beni saranlardan kurtar (bk. Mezm. 31, 7). Gerçek sevinç ve gerçek tören kötülüklerden kurtarandır. Bu değere sahip olabilmek için herkes bir aziz gibi davranıp, Allah’ın huzuru ve korkusu içinde derin derin iç düşünceye dalsın.

Azizler de böyle yaparlardı. Yaşadıkları sürece devamlı bir şenliktelermiş gibi kendilerini sevinç içinde hissederlerdi. Onlar­dan biri erdemli Davut, geceleyin tek bir kez değil de yedi kez kalkıyordu ve dua ederek Allah’a uygun duruma ulaşabiliyordu. Başka biri yüce Musa, ilahilerle coşuyor firavun ile İbranilere ezi­yet edenlere karşı kazanılan zafer için şükrediyordu. Yine baş­kaları, Samuel ve Peygamber İşaya gibi bitmeyen bir mutlulukla kutsal ayine katılıyorlardı.

Bu yaşam tarzları yüzünden özgürlüğe kavuştular, şimdi de gök­lerde bayram etmekteler. Artık imge olanla gerçek olan arasındaki farkı, sonunda algılayabilme olanağına kavuşup yeryüzündeki hac yollarını mutlulukla anımsıyorlar.

Gerektiği gibi büyük şölene hazırlanabilmemiz için ne yapmalıyız? Rehber olarak kimi izlemeliyiz? Sizin de benim gibi "Rabbimiz İsa Mesih" dediğinizden başkası olamaz hiç kuşkusuz, sevgili dost­larım. Kendi de "Ben Yol’um" (Yuh. 14,6) demektedir. Kendisi Aziz Yuhanna’ nın deyimi ile "dünyanın günahını ortadan kaldıran"dır (Yuh. 1, 29). O, ruhlarımızı arıtıyor, peygamber Yeremya’ nın doğru­ladığı gibi: "Yollar üzerinde durun ve bakın, iyi yol nerededir, diye eski yollan sorun ve onda canlarınızın rahatını bulursunuz (Yeremya 6,16).

Bir zamanlar koçların kanı ve bir dananın külleri kirli olanların üzerine serpiştirilirdi. Oysa salt vücudun arınmasına yarıyordu. Şimdi ise Tanrı Kelam’ının lütfu ile herkesin ruhu tümden arınmaktadır (bk. İbr. 10, 1-10).

Mesih’i izlersek, kendimizi şimdiden göklerdeki Kudüs’te imişiz gibi hisseder ve sonsuz şölenin tadını önceden alırız. Gerek aşıtları gerekse bizler için lütfun hocalığına atanan Havariler öyle yaptılar. Onlar, "bak, biz her şeyi bırakıp senin ardından geldik" diyerek salt Kurtarıcı’ yı izlediler (Mt. 19,27).

Biz de Rabbi izleyelim, yani onun gibi yaşayalım ve böylece bayramı yüzeysel olarak değil de en yaratıcı şekilde, sözlerle değil de eylemlerle kutlama şeklini bulmuş olacağız. 

(Atanasius, Putperestlere Karşı Söylevlerinden. 40-42)

Kelam, her yaratığın ilk doğanı, görünmeyen Allah’ın görüntüsü.

Rabbimiz İsa Mesih’in Peder’i, sonsuz iyiliği ile tüm yaratılan­lardan çok daha üstündür. Mükemmel bir kral olarak bilgeliği ve Kelamı yani Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih ile her şeyi yönetir, düzenler ve her yerde adaletine yakışır şekilde yaratır. Çünkü her şeyin olduğu gibi yapılması ve sonuçlarını gördüğümüz gibi sonuçlandırması doğrudur. Her şeyin bu şekilde olmasını kendi istedi ve hiç kimse bunu inkar edebilecek mantıklı bir nedene sahip olamaz. Şöyle ki, yaratılanların devinimi nedensiz olsaydı ve dünya körü körüne dönseydi söylenenlere artık inanmamak gerekirdi. Oysa şayet dünya bilge ve bilgi ile düzen­lenip, her çeşit güzellik ile donatılmışsa o zaman yaratıcının ve sa­natçının Allah’ın Kelamı olduğunu kabul etmeliyiz.

Ben yaşayan ve etkin Allah’a, iyi olan Allah’ın Kelam’ına, evrenin Allah’ına tüm yaratılan şeylerden ve tüm yaradılıştan ayrı ve de­ğişik olan Allah’tan söz ediyorum.

Peder’in tek ve gerçek Kelamı O’dur, evreni düzenleyen ve lütfu ile ışıklandıran O’dur. İyi Peder’in iyi Kelamı’dır O. Karşıt öğeleri uz­laştırıp, her şeyi uyum içinde bileştirerek tüm yaratılana düzen ve­ren O’dur.

O tektir, ilk doğandır, Allah’tır, bir iyilik pınarı gibi Peder’den ileri gelen ve evreni düzenleyip kapsayandır.

Sonsuz Kelam ile her şeyi yaptıktan ve yaradılışa hayat verdikten sonra, Allah Pederimiz yaptıklarını ortada bırakmaz, onları boşluğa sürükleyecek kör bir doğal içgüdüye terk etmez. Allah iyiliğinden, Kelamı ile tüm dünyayı yönetir ve destekler. Öyle ki yönetimi, lütfü ve düzeni ile ışıklandırılan yaradılış varolmayı sürdürebilsin. Aksine dünya Peder’in Kelamı’ndan ileri gelip, varoluşu kesilme­mesi için Kelam’dan desteklenmiş oluyor. Hiç kuşkusuz, Kelam ta­rafından korunmamış haliyle böyle olurdu. Çünkü Kelam, "gö­rünmez Tanrı’nın görüntüsü, bütün yaradılışın ilk doğanı"dır (Kol. 1, 15). Çünkü onun sayesinde ve onda görünen ve görünmeyen her şey sağlamlılık kazanır. Çünkü O, Kutsal Kitaplar’ da gerçeğin elçileri­nin öğrettiği gibi Kilise’nin Başı’dır (bk. Kol. 1, 16-18).

Her şeyin içine girerek ve gücü ile her yere vararak, Peder’in yüce ve aziz Kelamı her gerçeğe ışık verir, her şeyi kapsar ve kendi içinde kucaklar. Hiçbir yaratık egemenliğinden kurtulamaz. Her şey ondan yaşamı tümden alır ve onun tarafından yaşamın içinde kalır: bireysellikleri ile tek tek yaratıklar ve tümü içinde yaratılan evren. 

(Atanasius, Putperestlere Karşı Söylevlerinden, 42-43)

Her yaratık kendi doğa ve yeteneğine göre Allah’ı terennüm eder.

Aziz Yuhanna’ nın öğrettiği gibi Kelam tarafından yapılmayan, Kelam’da ve Kelam’ın sayesinde varolmayan hiçbir yaratık yoktur ve hiçbir şey yer almaz: "Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Her şeyi O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey Onsuz olmadı" (Yuh. 1,1).

Nasıl ki müzikçi, iyi akort edilmiş sitarı ile ustaca düzenlenmiş ağır ya da tiz seslerle bir ahenk kuruyorsa, aynı şekilde Allah’ın Bilgeliği, tüm dünyayı bir sitar gibi ellerinde tutarak, yeryüzünde olanları, gökyüzündekilerle esirde olanları birleştirdi; tek parçaları bütünle uyumlaştırdı ve iradesinin bir işareti ile gerçek bir güzellik harikası olan, tek bir dünya ve tek bir dünya düzenini yarattı. Pe­der’in yanında hareketsiz kalan Tanrı’nın Kelam’ı, kendi doğalarına ve Peder’in rızasına saygı göstererek her şeye hareket verir.

Her gerçek, kendi özüne göre onda yaşar ve sağlamlık kazanır ve tüm şeyler Kelam’ın sayesinde, tanrısal bir ahenk kurarlar.

Bu denli yüce bir olayın, şu ya da bu şekliyle anlaşılabilmesi için çok büyük bir koroyu örnek olarak alalım. Tek bir koro şefinin yönettiği ve çok sayıda erkek, çocuk, kadın, yaşlı ve gençlerden oluşan bir koroda herkes kendi bünye ve yeteneğine göre terennüm eder, erkek bir erkek gibi, çocuk bir çocuk gibi, yaşlı bir yaşlı gibi, genç de bir genç gibi. Buna karşın bir arada tek bir ahenk oluştururlar. Başka bir örnek: ruhumuz, aynı anda, duyularımızı her birinin özelliğine göre hareket ettirir. Öyle ki, bir şeyin karşısında birlikte hareket ederler ve göz görür, kulak dinler, el dokunur, burun koklar, dil tad alır ve çok kez vücudun diğer uzuvları de katılır. Örneğin; ayaklar yürür. Dünyaya akılcı bir açıdan bakarsak dünyada da aynı şeyin olduğunu görmüş oluruz.

Allah Kelamı’nın iradesinin tek bir işareti ile her şey öylesine iyi düzenlendi ki her birey, doğal olarak kendine özgü olanını yapar ve hepsi bir arada kusursuz bir düzen içinde hareket ederler. 

(Atanasius, Kelamın Vücut Bulması Üstüne Vaazlarından, 8-9)

Kelam, Meryem Ana’da bir tapınak kurdu.

Maddi olmayan, bozulabilen bir öze sahip olmayan Allah’ın Ke­lamı aramıza yerleşti, öteden beri uzak olmamasına karşın. Evrenin hiçbir bölgesi O’nun eksikliğini duymadı. Çünkü Pederi ile birlikte varolduğundan, her gerçeği varlığı ile dolduruyordu.

Sevgi uğruna böylece geldi ve doygun bir şekilde kendini bize gösterdi. İnsan türüne acıdığından ve sefaletimiz karşısında duygu­landığından, ölümün kurbanı olmamızı istemedi. Yaratılmış olanın kaybolup, Peder’in insanlığa karşı yaratıcı uğraşısının boşa gitmesi­ni istemedi. Bu yüzden kendi de bir vücut edindi ve bizimkine eşit bir vücut, çünkü salt bir vücudun içinde olmak veya salt bir insana benzemek istemedi. Nitekim salt insan gibi görünmek isteseydi, daha iyi bir vücudu seçmiş olabilirdi. Oysa bizimkini seçti.

Kendi, Meryem Ana’da bir tapınak kurdu, yani vücudu ve onda kalmakla onu belirlenmesine yarayan bir unsur haline getirdi. Bizimkisi gibi çürümeye mahkum bir vücut aldı ve sonsuz sevgisi ile ölümü kabullenip, Peder’e sundu. Böylece onunla birleşerek ölenlerde, ölüm yasasını iptal etti. Öyle oldu ki, onu vuran ölüm, zorlandığında tümden boşaldı ve başkalarına zarar vermenin tüm olanaklarını yitirdi. Ölümlülüğe düşen insanlar onun tarafından ölümsüzleştirilip, ölümden yaşama götürüldüler yeniden. Çünkü edindiği vücudun ve başardığı yeniden doğuşun sayesinde, ateşin kuru bir yaprakçığı yaktığı gibi ölümü yok etti. Demek ki, ölümlü bir vücut edinerek, yüce Kelam’a katılan bu vücut, herkesin adına ölümü yenmek için yeterli oldu. Edinilen vücut, Kelam’ı kapsa­dığında ölümsüz ve yeniden doğuşun vasıtasıyla bizim için bir ölümsüzlük çaresi oldu. Kurban olarak ölüme edindiği son derece arı vücudunu ikram etti ve vücudunu başkaları için Peder’e sunarak benzerlerini ölümden kurtardı.

Herkesten üstün olan Allah’ın Kelamı herkes için vücudunun tapınağını sunup kutsadı ve ölüme borcu olan ücreti ödedi. Böylece müşterek ölümlü vücutla herkes ile dayanışmalı olan Allah’ın. ölümsüz Oğlu yeniden doğuş sözü ile adalet adına herkesi ölümsüzlüğe kavuşturdu. Artık ölüm, onlara benzer bir vücutla ara­larında yerleşen Kelam’ın sayesinde, insanlar üzerindeki etkinliğini yitirdi. 

(Atanasius, Kelam’ın vücut Bulması Üstüne Vaazlarından, 10)

Allah’ın Kelamı, başlangıçta yarattığı insanları günahtan geri döndürür ve yeniden doğuşun ümidi ile yaşamlarına yeni bir başlangıç verir.

Yüce Peder’in Sözü ve Allah olan Kelam, yolundan sapan insanın doğasını terk etmedi, fakat kendi vücudunu sunmakla tutunduğu ölümü yok etti. Öğretisi ile cehaleti bozguna uğrattı ve gücü ile, yüceliği ile her şeyi yeniledi. İsteyen bunun kanıtını, Allah’ın uz­manları olan Kurtarıcı’ nın Havarilerinin yetkisinde bulabilecektir. Nitekim onlar şöyle yazdılar: Mesih’in sevgisi bizi birinin herkesin uğruna öldüğünü dolayısı ile herkesin öldüğü düşüncesine itmektedir. Artık kendimiz için değil de bizim için ölen ve ölülerin arasından yeniden dirilen Rabbimiz İsa Mesih için yaşamamız için O, hepimizin uğruna öldü (bk. II. Kor. 5. 14-15). "Ama meleklerden biraz aşağı kılınmış olan İsa’yı, Tanrı’nın lütfuyla herkes için ölümü tatsın diye, çektiği ölüm acısı sonucunda yücelik ve onur tacı giydirilmiş olarak görüyoruz" (İbr. 2,9). Sonra aynı metin, Allah Kelamı’ndan başkasının insan haline neden giremeyeceğini açıklar ve "Birçok oğulu yüceliğe eriştirirken, onların kurtuluş öncüsünü acılarla yetkinliğe erdirmesi, her şeyin kendisi için ve kendi aracılığıyla var olduğu Tanrı’ya uygun düşüyordu" (İbr. 2,10) diyerek yorumluyor. Bu sözlerle insanların dünyanın tüm çürütücü güçler­den, ilk baştan onları yaratmış olan salt Allah Kelam’ından kurtarmaları gerektiğini gösteriyor.

Kelam’ın kendisi sonradan, kendine benzer vücutların uğruna kurban olabilmesi için vücut bulmasını bu sözler açıklıyor "Çocuklar et ve kandan oldukları için Isa da ölüm gücüne sahip olanı yani İblis’i, ölüm aracılığıyla etkisiz hale getirmek üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu yaşamları boyunca ölüm korkusu yüzünden köle olmuş olanların hepsini özgür kılmak için yaptı" (İbr. 2, 14-15). Böylece kendi vücudunu kurban ederek, bize karşı ilan edilen Yasaya son verdi ve yeniden doğuşun ümidi ile yaşamımıza yeni bir başlangıç kazandırdı.

Ölüm insanlara karşı, insanlardan güç almıştı. Fakat insanların arasına gelen Tanrı’nın Kelamı ölümü yok edip, yaşamı yeniledi. Bunu, Mesih’le dolup taşan biri söylüyor: "Ölüm bir insan aracılığıyla geldiğine göre, ölümden diriliş de bir insan aracılığıyla gelir. Herkes nasıl Adem’de ölüyorsa, herkes Mesih’te yaşama kavuşacak" (1. Kor. 15, 21-22). Artık mahkumiyet yazgısı ile değil de ölülerin arasından uyandırılmak sonucu ile ölüyoruz. Biz insanın yaratıcısı ve velinimeti olan Allah tarafından zamanı geldiğinde gerçekleştirilecek evrensel yeniden doğuşu bekliyoruz. 

(Atanasius, Keşiş Aziz Antonius’ un Yaşamından, 2-4)

"Kusursuz olmak istiyorsan git, sahip olduğun her şeyi sat; yoksullara ver, gel beni izle ve göklerin krallığında bir hazinen olacak."

Ana-babanın ölümünden sonra, ondan daha küçük olan kız kardeşi ile yalnız kaldığında. On sekiz veya yirmi yaşındaki Antonius, eve ve kız kardeşine bakmaya başladı. Ailesinin ölümünden daha altı ay geçmemişti ki, günün birinde adet edindiği gibi Ayine gitmekte iken, her şeyi terk ettikten sonra Rabbi izlemeye koyulan Havarileri dürten neden konusunda düşünmeye başladı. Havarilerin İşleri’nde sözü edilen, mallarını satan ve edindiklerini yoksullara dağıtılmak üzere Havarilerin ayaklarına seren o insanları anımsıyordu. Bun­dan başka göklerde elde etmeyi ümit ettikleri varlıkların hangileri ve kaç tane olduğunu düşünüyordu.

Bu konulan derin derin tasarlarken İncil’in okunduğu sırada kili­seye girdi ve Rabbin o zengin adama, "Kusursuz olmak istiyorsan git, sahip olduğun her şeyi sat; yoksullara ver, gel beni izle ve göklerin krallığında bir hazinen olacak" (Mt. 19,21) dediğini duydu.

O zaman Antonius, azizlerin yaşam öyküsünün kendisine lütuf tarafından sunulup, o sözler özellikle kendi için okunuyormuş gibi hemen kiliseden çıktı, ailesinden miras kalan malları - son derece verimli ve güzel üç yüz kadar arazisi vardı - kendi ve kız kardeşi için sorun nedeni olmamaları için köy sakinlerine armağan etti. Tüm taşınılabilir mallarını da sattı ve bundan edindiği çokça parayı yoksullara dağıtıp, salt küçük bir kısmını kız kardeşine ayırdı.

Başka bir kez Ayine katıldığında, Rabbin İncil’deki şu sözlerini de duydu: "Yarın için kaygılanmayın" (Mat. 6, 34). Daha fazla dayana­mayıp yeniden dışarı çıktı ve kalanları da hediye etti. Kız kardeşini, kendilerini Allah’a adayan rahibelere teslim etti ve evinin yakın­larında inzivaya çekilip, kendine hiçbir pay tanımaksızın, büyük bir güçle sert bir yaşam sürdürmeye başladı. Kendi elleriyle çalı­şıyordu. Çünkü "çalışmak istemeyen, yemek de yemesin" (II. Sel. 3. 10) buyruğunu duymuştu. Kazandığı paranın bir kısmı ile ekmeğini satın alıyor, gerisini ise yoksullara veriyordu.

Çoğu vaktini dua etmekle geçiriyordu, çünkü inzivaya çekilip sü­rekli olarak dua etmenin gerekli olduğunu öğrenmişti (Bk. I Sel. 5.17). Okumada öylesine dikkatliydi ki, yazılanlardan hiçbir şeyi kaçır­mıyordu, aksine her şeyi aklında tutuyordu. Öyle ki bellek sonuçta, kitapların yerini aldı. Tüm kasaba halkı ve iyiliklerinden yarar­landığı erdemli insanlar, bu tür bir kişi ile karşılaştıklarında, ona Allah’ın dostu derlerdi ve kimi onu bir oğul, kimi de bir kardeş gibi sever.

 

18-1-2014 tarihinde yazéldé.

18-1-2014 tarihinde güncellenmiştir.

SAYFA BAŞINA DÖN